Selçuk-Bizans hudutlarında yaşayan bir uç beyliğinin, diğer emsalinin mazhar olmadığı bir talihle, pek kısa bir zaman içinde tarihin seyrini asırlarca değiştirecek kuvvetli bir imparatorluk haline girivermesi hâdisesi, son zamanlara kadar birçok malûmları noksan bir muadele şeklinde vazedildiği veyahut Türk ırkının tarihî varlığı hakkında mevcut ve an’ane halinde müesses dar ve kısır noktai nazarlara esir kalındığı için, içinden çıkılmaz bir mesele teşkil etmekte idi.
Filhakika, koskoca bir imparatorluğun kuruluşu nev’inden muazzam bir hâdise, bizde uzun zaman, sadece Padişahların dirayet ve şecaati veya Allah’ın bu saltanatın kurucularına karşı gösterdiği lütuf ve inayet ile izah edilmek istenilmiştir. İlk Osmanlı membalarında kaydedilmiş görülen Sultan Osman’ın rüyası, mucize nevinden vukua gelen bu hâdisenin izahını ancak ilâhî takdir ile yapmak mümkün olduğuna inanışın bir ifadesidir.
Bu işin izah edilmesi matlup bir mesele teşkil ettiğinin farkına varan daha yeni ve ecnebi tarihçiler ise; Türkler hakkında tetkik edilmeden kabul edilmiş batıl itikatları kafalarına koymuş olmalarından ve meseleyi muhtelif cephelerden ve/daha geniş kadrolar içinde mütalaa etmeğe hazırlıkları ve ellerinde mevcut malzeme kâfi gelmediğinden içinden çıkılmaz faraziyelerle tarihî hakikati tahrif etmeğe mecbur kalmışlardır. Meselâ, henüz son zamanlarda bu meseleyi tetkik etmiş bulunan Gibbons gibi müelliflere göre; Osmanlılarla Asya insan kaynakları arasındaki muvasalanın rakib civar beylikler tarafından kesilmiş olması lâzım geldiğinden, bu devletin kurulması için lüzumlu unsurlar ancak yerli Rumlar arasından tedarik edilebilirdi. Bu görüş tarzına nazaran yeni İslâm olmuş Türklerle İslâmlaşan Rumlardan hasıl olan Osmanlı milleti faraziyesi, bütün müşkülleri hal ile lâzım gelen izahın anahtarını vermiş oluyordu. Bu suretle Türkler, ancak bu sayede yeni ve büyük bir devleti kurmak için lâzım gelen idarecileri, imparatorluk harblerinde kan dökecek askeri bulmuş ve Osmanlı imparatorluğunu Osmanlılaşmış Rumlar ve Bizans’ta gördükleri teşkilât ile kurmuş oluyorlardı.
Category: Sayı 5, Yaz 2015
İnsan ve İnsan Dergisi sayı/issue 5 Yaz/Summer 2015
Transformation of Knowledge and Sacred from Premodern to Postmodern: The Sacred Perception of Narcissist Self
Abstract: To clarify the concept of the self, it is necessary to consider the term in two periods as premodern and postmodern. The transformation realized in the essence of the “information” by modern thought, changed initially the perception of the self and then inevitably the perception of sacred. The sacred knowledge (scentia sacra) which had a central place in traditional thought entitled self to exist only in divine intelligence (intellect) and the tradition regarded the self as the personality which must be disciplined. However, modern thought made a separation between the self that knows and the self that is known, and desacralized the information by shifting the center of the information from divine to the human one. The thought about the relativity of the truth which based on idea of the inaccessibility of the truth was born in postmodern times as a reaction to the perception of the one dimensional and imposing truth of modernism, which once replaced the traditional conception of multi layered truth. That postmodern thought is the most important factor in the emergence of the narcissist self.
Keywords: Knowledge, Self, Narcissist Self, Sacred, Scentia Sacra.
Premodern’den Postmodern’e Benliğin ve Kutsalın Dönüşümü: Narsisist Benliğin Kutsal Algısı
Özet: Benlik kavramını, vülgarize ederek söylemek gerekirse, modern öncesi ve sonrası olmak üzere ayırmak gerekir. Modern düşüncenin “bilgi”nin mahiyeti üzerinde meydana getirmiş olduğu dönüşüm öncelikle benlik algısını ve kaçınılmaz olarak kutsal algısını değiştirmiştir. Geleneğin içinde merkezi konuma sahip olan “kutsal bilgi” (scentia sacra) benliğe, ancak “Külli akl” (intellect) ile varlık sahası tanımış ve benliği terbiye edilmesi gereken “nefs” olarak görmüştü. Modern düşünce ise “bilen” ve “bilinen” benlik ayrımını yaparak bilginin merkezini ilahi olandan beşeri olana taşıyarak bilginin “desacralizasyonunu” (kutsallıktan arındırma) temin etmiştir. Geleneğin çok katmanlı hakikat telakkisi yerine geçen modernizmin tek boyutlu ve dayatmacı hakikat algısına tepki olarak postmodern zamanlarda hakikatin ulaşılamaz olduğu fikrine dayanan hakikatin izafiliği düşüncesi doğmuştur. Bu postmodern düşünce narsisist benliğin ortaya çıkışında en etkili unsurdur.
Anahtar kelimeler: Bilgi, Benlik, Narsisist benlik, Kutsal, Scentia sacra.
News Ethics and An Analysis of a Political News
Abstract: Debates on ethics in media and journalism has a long-standing history, just as the history of media. Due to the opportunities provided by communication technologies, power, influence and functions of the press and media increase and so that play an instrumental role in maximization of the political and/or financial ambitions of political or economic actors. Hence, debates on news ethics continue forever to be a major issue. This study focuses on ethical issues in the news and more specifically political news; elaborates on a news about the violence that a political party leader faced in Turkey, and analyzes how media (newspapers) from different political views reflected the case. As a result of the study, it has been observed that newspapers presented the event largely according to their political positions and worldviews.
Keywords: Media, News ethics, Media ethics, Objectivity.
Haber Etiği ve Bir Siyasi Haber İncelemesi
Özet: Medyada haber etiği ve habercilik ahlakı tartışmaları, medya tarihi kadar eski bir olgudur. İletişim teknolojisinin sağladığı imkânlarla faaliyet çeşitliliği, etki gücü ve etki alanı hızla artan basın-yayın sektörü, siyasi ve/veya mali hedefler gözeten birer araç olarak artık daha sık kullanılmakta ve ortaya çıkan etik (ve adli) sorunlar, medyada haber etiği tartışmalarının güncel kalması sonucunu doğurmaktadır. Bu çalışmada medyada haber etiği konusu, siyasi bir haber (bir siyasi parti genel başkanına dönük şiddet eylemi haberi) çerçevesinde ele alınmış; olayın farklı siyasi duruşlardaki bazı medya organları (gazeteler) tarafından haberleştirilme biçimi, belirli kıstaslar altında toplanan veriler eşliğinde, haber etiği perspektifiyle ve karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Yapılan inceleme sonuçlarına göre, özellikle bazı gazetelerde söz konusu haberin sunuş biçimi üzerinde medya organlarının siyasi pozisyonlarının etkili olabildiği gözlemlenmiştir.
Anahtar kelimeler: Medya, Haber etiği, Siyasi haber, Basın ahlakı, Tarafsızlık.
From Moral Subject to Citizen: Evolution of the Subject in Kant’s Practical Philosophy
Abstract: In this essay, we will focuse on the conception of “legal subject” that is the one of the main issues of modern philosophy of law. In moderns philosophy of law, the main starting point has been describing legal subject of the modern law and the description of its moral and legal character. That’s why the issue about it has started with moral field included the question of “how people live together morally”. And this discussion has continued to legal field with the question of “how people live together normatively”. Both discussion is base on the conceptions of the freedom, equality, autonomy, rights and legal and political partipication which are always main principles of both moral and law. From this moment Immanuel Kant’s practical philosophy is of the great significant in terms of the discussion. Because Kant established the main principles of law in moral ground and he discussed on the conceptions of freedom, universality and right in this context. That’s why we attempt to seek the main conceptions of moral and law which were took into consideration by Kant. This attempt will assist us to see modern characters of legal subject and to understand the modern law and politics which has been criticised by contemporary theory of law and politics which also included the criticism of democracy.
Keywords: Subject, Individual, Citizenship, Freedom, Equality, Law.
Moral Özneden Yurttaşa: Kant’ın Pratik Felsefesinde Öznenin Evrimi
Özet: Bu makalede modern hukuk felsefesinin temel meselelerinden biri olan hukuksal özne kavramsallaştırmasına odaklanacağız. Modern hukuk felsefesinde, temel başlangıç noktası modern hukukun öznesinin tanımı ve onun moral ve hukuksal karakterinin tasviri olmuştur. Bu nedenle bu konuyla ilgili mesele “insanların ahlaksal biçimde nasıl bir arada yaşayacakları” sorusunu içeren ahlaksal alanda başlar ve “insanların bir arada normatif biçimde nasıl yaşayacakları” sorusuyla hukuk alanında devam eder. Her iki tartışma da hem ahlakın hem de hukukun temel ilkeleri olan özgürlük, eşitlik, otonomi, haklar ve hukuksal-politik katılım kavramlarına dayanır. Bu andan itibaren, Immanuel Kant’ın pratik felsefesi tartışma açısından büyük önem teşkil etmektedir. Çünkü Kant hukukun temel ilkelerini ahlaksal bir temele yerleştirmiş ve evrensellik, özgürlük ve hak kavramlarını bu bağlamda tartışmıştır. Bu yüzden Kant tarafından ele alınmış olan ahlak ve hukukun temel kavramlarını incelemeye çalışacağız. Bu çaba bize hukuksal öznenin modern karakterini aramamızda ve demokrasi eleştirisini de içeren çağdaş hukuk ve politika tarafından eleştirilmekte olan modern hukuk ve politikayı anlamamızda yardımcı olacaktır.
Anahtar kelimeler: Özne, Birey, Yurttaşlık, Özgürlük, Eşitlik, Hukuk.
Cebri veya Mecburi Çalıştırmaya ilişkin Sözleşme (No: 29)
ILO Kabul Tarihi: 6 Haziran 1930
Kanun Tarih ve Sayısı: 23 Ocak 1998 / 4333
Resmi Gazete Yayım Tarihi ve Sayısı: 27 Ocak 1998 / 23243
Bakanlar Kurulu Kararı Tarih ve Sayısı: 25 Mayıs 1998 / 98 – 11225
Resmi Gazete Yayım Tarih ve Sayısı: 23 Haziran 1998 / 23381
Önsöz
Uluslararası Çalışma Örgütü Yönetim Kurulu’nun vaki daveti üzerine 10 Haziran 1930 tarihinde Cenevre’de 14 üncü toplantısını yapan Uluslararası Çalışma Örgütü Genel Konferansı,
Toplantı gündeminin 1’inci maddesine dahil bulunan cebri veya mecburi çalıştırma konusundaki bazı tekliflerin kabulüne ve,
Bu tekliflerin Uluslararası bir Sözleşme şeklini almasına karar verdikten sonra,
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün üyeleri tarafından Uluslararası Çalışma Örgütü’nün statüsü hükümleri gereğince onanmak üzere cebri çalıştırmaya müteallik 1930 tarihli Sözleşme adını taşıyacak olan aşağıdaki Sözleşmeyi bugünkü Yirmisekiz Haziran bin dokuz yüz otuz tarihinde kabul eder.
Convention Concerning Forced or Compulsory Labour (No: 29)
Adoption: Geneva, 14th ILC session – 28 Jun 1930.
Entry into force: 01 May 1932.
Status: Up-to-date instrument (Fundamental Convention).
Preamble
The General Conference of the International Labour Organisation,
Having been convened at Geneva by the Governing Body of the International Labour Office, and having met in its Fourteenth Session on 10 June 1930, and
Having decided upon the adoption of certain proposals with regard to forced or compulsory labour, which is included in the first item on the agenda of the Session, and
Having determined that these proposals shall take the form of an international Convention,
adopts this twenty-eighth day of June of the year one thousand nine hundred and thirty the following Convention, which may be cited as the Forced Labour Convention, 1930, for ratification by the Members of the International Labour Organisation in accordance with the provisions of the Constitution of the International Labour Organisation: